Sabah uyandığımda yaşadığım isteksizliğin pazar sabah yapılan koşu, dün gece yaptığımız halı saha maçı (gol attım!) veya her ikisinden kaynaklı olan, kendisini sürekli hissettiren, ama özellikle yürüme sırasında, topuklarımla ayak tabanlarımı yere basmam arasında kalan o kısa anda şiddetlenen ayak bileği ve diz çevresindeki ağrılarımdan kaynaklandığını düşünmüyorum. Spor sonrası yaşanılan bu ağrıdan mazoşist bir zevk aldığım bile söylenebilir. Esas isteksizlik sebebim burada geçirdiğim 14 gün içinde 6. kez Artvin’e gitmek zorunda olmamdı sanırım. Bu zorunlu seyahatleri gidiş dönüş ve Artvin’de geçen zamanlar olarak iki sıkıntılı kısma ayırıyorum.
Gidiş-dönüşler normal bir araçla ne gereğinden uzun ne de yorucu olurdu belki. Hatta hemen hemen hiç bir eğimi olmadığı ve geldiğim yerlere göre boş olduğu kabul edilebilir, en büyük kusurunun asfalt yüzeyinin bozukluğu olduğu söylenebilecek bu yolu gidip gelirken zaman zaman kendimi motosiklet üzerinde virajları döndüğümü hayal ederken yakalıyorum. Gerçekte ise çokça gürültülü, yaşlı, sarsıcı bir kamyonet veya kamyonun muhtemelen alt kısmı yerinden çıkmış ve her frende oynayan sağ ön koltuğunda, üzerimdeki kıyafete ek olarak giymek zorunda olduğum hücum yeleği ile oturuyorum. Borçka’dan Artvin yönüne yol, nehri sağına alarak kıvrılmaya başladıktan sonra şöförle “nerelisin?”, “ne kadar kaldı teskereye?”, “asıl mesleğin ne?”, “döndüğünde işin hazır mı?” gibi alışılmış sorular ve “güzel bir müzik aç da dinleyelim” gibi bayat şakalaşmalardan sonra bir sessizlik çöküyor. Arkada kamyonun kasasında taşıdığımız askerlere iyi olup olmadıklarını anlamak için baktıktan sonra cebimde taşıdığım kitabımı okumak ve yolu seyretmek arasında yaşadığım kararsızlık yolun sonuna kadar devam ediyor. Bolca viraj, birkaç viyadük, 10 kadar tüneli geçerek Artvin sınırları içindeki, Artvin’lilerin tek olmasıyla övündükleri tek trafik ışıklı kavşağa geliyoruz. Sağa dönüp geçtiğimiz köprü, bir tarafından girilip diğer bir yönden çıkılabilen tüm şehirlerin aksine Artvin’in dış dünyayla tek asfalt bağlantısı. Dik bir dağın yamacına kurulu bu garip şehirde “U” virajları yavaş yavaş tırmanarak, tırmanırken de buraya neden bir şehir kurulduğunu, kurulduysa bile neden Hopa yerine burasının il merkezi olduğunu düşünmeden edemiyorum. Söylenti o ki, Atatürk bu bölgeye yaptığı gezide Hopa’da karşılamada kusur edildiği, aksine Artvin’de çok iyi ağırlandığı için il merkezi olarak Artvin’i seçmiş. Nehir seviyesinden Artvin’in merkezi sayılabilecek, iki sokaktan ibaret çarşıya tırmanış mesafesinin yaklaşık yarısındaki tabur yolculuğun bitişi oluyor. Burada bakım garajından cep telefonu ile çektiğim, çok da fikir vermeyen fotoğrafı ekleyerek Artvin üzerine kelam etmeyi başka bir yazıya burakıyorum..