
Her sabaha aynı dünyaya gözlerimizi açıyoruz.
Her sabah yeni savaşlara uyanıyoruz. Savaş endüstrisi, silah tüccarları, büyük devletler ürettikleri makinaları zerre tereddüt etmeden öldürmek veya öldürtmek için kullanıyorlar. Bunu yaparken de dillerinden insanlığı, barışı eksik etmiyorlar. Afrika’nın, Ortadoğu’nun fakir coğrafyası en ölümcül uçakların, en pahalı roketlerin deneme alanına dönerken, emperyalizm bayrağını taşıyan bir avuç ülkenin bir avuç kodamanı ellerini ovuşturuyorlar sevinçle.
Her sabah yoksulluğa uyanıyoruz. Sadece bizim ülkemizde bile milyonlar açlık sınırının altında yaşıyor. Dünyada yılda 6 milyon çocuk bakımsızlıktan, açlıktan hayatını kaybediyor. Bebekler açlıktan ölürken, bebeliği aşmış nice çocuk da eve azık götürmek için başkalarının çöplerini karıştırıyor. Yoksulluğun kendisi mi yoksa yoksulluğa karşı suskunluğumuz mu daha zalim bilemiyorum. Yoksulluğun insanı insanlıktan çıkardığını görüyor ya muktedirler, biliyorlar aynı zamanda sahip oldukları rahat koltuklarda üç gün daha fazla oturabileceklerse işte o yoksulluğun sayesinde olacak. Bizim de her sene gururla daha çok isim soktuğumuz dünyanın en zengin ufak bir kesiminin varsıllığı, geri kalan tüm insanlığın toplamının yoksulluğunu aklın alamayacağı kadar aşmış durumda.
Her sabah insanın insanı sömürmesine uyanıyoruz. Sigortasız, güvencesiz, üç gün sonrasını bilemeden çalışan milyonlardan, tersanelerde, ofislerde, atölyelerde, toprağın metrelerce altında ölmelerinin, uzuvlarını, sağlıklarını kaybetmelerinin, bir ömrü üç nefeste tüketmelerinin kader olduğuna inanmaları isteniyor. Patronların bitmek bilmeyen kazanma açlığını doyurmak için çalışmamız istenirken, tokgözlü olmamız, ne verilirse onunla yetinmemiz isteniyor.
Her sabah kültürlerin kültürleri ezmesine uyanıyoruz. Edinmek için hiç bir şey yapmadığımız kimliklerimizle, kendinden olmayanı düşman belleyen, hakir gören nesiller yetiştiriyoruz. Kürt, Çingene, Ermeni, veya Türk olmak, Yahudi, Müslüman veya Hristiyan olmak dünyanın farklı coğrafyalarında tek başına küçük görülme nedeniyken kadınlar, eşcinseller, göçmen ve mülteciler neredeyse tüm coğrafyalarda ikinci sınıf vatandaş olarak yaşamak zorunda kalıyorlar. İnsan olmayı, evrensel ahlak değerlerine sahip olmayı kimliklerimizin önüne geçiremiyoruz.
Her sabah insanoğlunun doğa üzerindeki zorbalığına uyanıyoruz. Açgözlülüğümüz ve bitmez kalkınma hırsımız, teknolojimiz ile birleşince yerkürenin en büyük yokedicisine dönüşüyoruz. Ormanlar, nehirler, hayvanlar, denizler, atmosfer gazabımızdan kaçamıyor, sükunetle bize cevap verecekleri zamanın gelmesini bekliyor, tükenmeye karşı direniyorlar.
Her sabah aynı dünyaya gözlerimizi açıyoruz.
Ama yarın sabah, yılın hiç bir günü olmasa bile yarın, böyle bir dünyaya göz açmak istemediğimizi meydanlarda haykırma, yanlız olmadığımızı görüp kenetlenme şansımız var. Yarın sabah insanın ne insan üzerinde, ne de doğa üzerinde tahakküm kurmadığı, daha eşit, daha adil, daha paylaşımcı bir dünya özlemimizi yüksek sesle dile getirme şansımız var. Yarın sabah, sesimizi daha çok çıkararak, daha fazla insanın gözünün açılmasını sağlama şansımız var.