1 Mayısa uyanmak!

1 Mayıs'ta sokakta olmak lazım!

Her sabaha aynı dünyaya gözlerimizi açıyoruz.

Her sabah yeni savaşlara uyanıyoruz. Savaş endüstrisi, silah tüccarları, büyük devletler ürettikleri makinaları zerre tereddüt etmeden  öldürmek veya öldürtmek için kullanıyorlar. Bunu yaparken de dillerinden insanlığı, barışı eksik etmiyorlar. Afrika’nın, Ortadoğu’nun fakir coğrafyası en ölümcül uçakların, en pahalı roketlerin deneme alanına dönerken, emperyalizm bayrağını taşıyan bir avuç ülkenin bir avuç kodamanı ellerini ovuşturuyorlar sevinçle.

Her sabah yoksulluğa uyanıyoruz. Sadece bizim ülkemizde bile milyonlar açlık sınırının altında yaşıyor. Dünyada yılda 6 milyon çocuk bakımsızlıktan, açlıktan hayatını kaybediyor. Bebekler açlıktan ölürken, bebeliği aşmış nice çocuk da eve azık götürmek için başkalarının çöplerini karıştırıyor. Yoksulluğun kendisi mi yoksa yoksulluğa karşı suskunluğumuz mu daha zalim bilemiyorum. Yoksulluğun insanı insanlıktan çıkardığını görüyor ya muktedirler, biliyorlar aynı zamanda sahip oldukları rahat koltuklarda üç gün daha fazla oturabileceklerse işte o yoksulluğun sayesinde olacak. Bizim de her sene gururla daha çok isim soktuğumuz dünyanın en zengin ufak bir kesiminin varsıllığı, geri kalan tüm insanlığın toplamının yoksulluğunu aklın alamayacağı kadar aşmış durumda.

Her sabah insanın insanı sömürmesine uyanıyoruz. Sigortasız, güvencesiz, üç gün sonrasını bilemeden çalışan milyonlardan, tersanelerde, ofislerde, atölyelerde, toprağın metrelerce altında ölmelerinin, uzuvlarını, sağlıklarını kaybetmelerinin, bir ömrü üç nefeste tüketmelerinin kader olduğuna inanmaları isteniyor.  Patronların bitmek bilmeyen kazanma açlığını doyurmak için çalışmamız istenirken, tokgözlü olmamız, ne verilirse onunla yetinmemiz isteniyor.

Her sabah kültürlerin kültürleri ezmesine uyanıyoruz. Edinmek için hiç bir şey yapmadığımız kimliklerimizle, kendinden olmayanı düşman belleyen, hakir gören nesiller yetiştiriyoruz. Kürt, Çingene, Ermeni, veya Türk olmak, Yahudi, Müslüman veya Hristiyan olmak dünyanın farklı coğrafyalarında tek başına küçük görülme nedeniyken kadınlar, eşcinseller, göçmen ve mülteciler neredeyse tüm coğrafyalarda ikinci sınıf vatandaş olarak yaşamak zorunda kalıyorlar. İnsan olmayı, evrensel ahlak değerlerine sahip olmayı kimliklerimizin önüne geçiremiyoruz.

Her sabah insanoğlunun doğa üzerindeki zorbalığına uyanıyoruz. Açgözlülüğümüz ve bitmez kalkınma hırsımız, teknolojimiz ile birleşince yerkürenin en büyük yokedicisine dönüşüyoruz. Ormanlar, nehirler, hayvanlar, denizler, atmosfer gazabımızdan kaçamıyor, sükunetle bize cevap verecekleri zamanın gelmesini bekliyor, tükenmeye karşı direniyorlar.

Her sabah aynı dünyaya gözlerimizi açıyoruz.

Ama yarın sabah, yılın hiç bir günü olmasa bile yarın, böyle bir dünyaya göz açmak istemediğimizi meydanlarda haykırma, yanlız olmadığımızı görüp kenetlenme şansımız var. Yarın sabah insanın ne insan üzerinde, ne de doğa üzerinde tahakküm kurmadığı, daha eşit, daha adil, daha paylaşımcı bir dünya özlemimizi yüksek sesle dile getirme şansımız var. Yarın sabah, sesimizi daha çok çıkararak, daha fazla insanın gözünün açılmasını sağlama şansımız var.

HDR ile Macahel

Işığın fazlaca olduğu ama  kadraja geliş açısından dolayı eşit dağılmadığı durumlarda, fotoğraflarda kaçınılmaz olarak pozladığınız obje ya da odak noktasından çok daha karanlık veya aydınlık alanlar oluşur. HDR tekniği  (Wikipedia’da HDR) bu sorunu ortadan kaldıran, yapay ama göze hoş gelebilen kareler ortaya çıkmasını sağlar. Tekniğin iyi bir fotoğraf gözü, iyi bir yazılım, iyi bir makina gerektirmesinin yanında en büyük zorluğu aynı kareyi farklı en az 3 ayrı pozla alabilmek. İlk üç özellik zayıf zaten, özdeş üç kareyi peşpeşe çekebilmek için tripod ideal çözüm belki ama bendeki tek bacağı kırık olanı da değil. Yine de denemeye, paylaşmaya devam ediyorum.

Köy yolu
Güneşi beklerken
Kuş bakışı Camili
Kuş bakışı Camili-II
Kuş bakışı Camili-III
Camili Deresi- sınır hattı

Macahel yürüyüşleri…

Macahel rezerv alanının Türkiye’de kalan sınırları içinde 6 köy var. En aşağıda kalan ve merkez köy kabul edileni karakolun bulunduğu, sınıra komşu olan Camili. Bu köylerden en yükseği olan Kayalar köyü, geçen güne kadar gitmediğim tek köydü. Camili’den Kayalar’a ya nadiren tercih edilen dik bir yol üzerinden yaklaşık 6 km’lik bir yoldan veya Efeler Köyü izerinden yaklaşık 12 km’lik bir yoldan ulaşmak mümkün. İzin günümde planım erken bir saatte yola çıkarak kısa yoldan Kayalara’a tırmanmak, daha sonra uzun yoldan Efeler içinden geçerek Camili’ye geri dönmekti. Suyum, sandviçim, fotoğraf makinem ve tripodumu yüklenerek 07:30 olmadan yola koyuldum.

Camili'de patika

 Buraların en güzel zamanının ilkbahar, yaz olduğu söyleniyor. Bense buranın en renksiz zamanını yaşadıktan sonra artık gitmek üzereyim. Baharın, güzel havaların, yağmurların, doğada ne denli dramatik değişikler yaptığına şahit oldukça minik bir parçamla da kalan süremi burada bitirmeyeceğime üzülüyorum.

Camili'de kış beyazı
Camili'de ilkbahar yeşili

 Buradaki köy yapılaşmasının en önemli karakterlerinden biri evlerin birbirlerine çok uzak olması. 1 saat tırmanış mesafesindeki evler aynı köyün farklı mahalleleri.Kayalar’a tırmanırken Camili’nin son mahallesi Kule mevkii diye anılıyor. Haklı da bir ismi var çünkü mahalle tüm Camili’ye hakim bir yamaç üzerine kurulmuş 3-4 haneden oluşuyor.

Yukarıdan Camili Köyü

Tırmanışa devam. Yol, Kayalar Köyüne doğru çıkarken, tepenin Camili’ye bakan yamaçlarından Düzenli Köyü ve arkasındaki Macahel geçidi’ne bakan kısmına doğru yer değiştiriyor. Fotoğrafta çam ağacının ardında kalan sırtta Düzenli Köyü, daha da ötede buradan 5 aydır çıkamamamıza sebep olan Macahel geçidi gözüküyor.

Düzenli ve Macahel geçidi

Güney istikamette tırmanışa devam ederken Kayalar Köyü’nün Aşağı Kayalar Mahallesi’ne adım attım. Topu topu 6-7 haneden oluşan bu mahallenin hiç bir hanesi kışı burada geçirmiyor. Büyükşehirlerde, Borçka’da, çocuklarının yanlarında kışı tamamlayıp havaların ısınması ile beraber hem yazı geçirmeye, geçirirken de fındık hasatını tamamlamaya köylerine dönüyorlar. Daha 40 gün önce burada 2-3 m kar olduğunu bildiğimden, buraların kışın terkedilmesine şaşırmıyorum. Köyün içinden geçerken bir gün önce İstanbul’dan yaz için dönüş yapmış Servet ağabeylere rast geldim. Beraber çayımızı içtik, kahvaltımızı yaptık, yola devam..

Aşağı Kayalar ve Karçal Dağı
Aşağı Kayalar ve Karçal Dağı

Otururken yukarıya bakıldığında sanki çok yakındaymış gibi gözüken evler ben tırmandıkça uzaklaşmaya başladılar, ama kaçamadılar. öğlen saat tam 12’de Yukarı Kayalar mevkiindeydim. Bir saat önce çay içtiğim evin aşağıda ufak bir nokta gibi gözükmesiyle ne kadar yüksekte olduğuma şaşırdım. Burası, Macahel bölgesinde en yüksek yerleşim birimi. Söylentiye göre buradan açık havalarda ufuk noktasında Batum’un, Karadeniz’den geçen gemilerin ışıkları izlenebilirmiş. Benim görebildiğim sadece Türkiye ve Gürcistan topraklarına yayılan dağlık Macahel havzası oldu. Burada da aşağısı gibi daha sadece bir iki evde bacalar tütüyor, diğerleri eli kulağında sahiplerini bekliyordu.

Yukarı Kayalar
Zafer fotoğrafı
Bu noktadan sonra Efeler Köyü’ne doğru, tırmandığımdan daha hafif eğimli olan yoldan inmeye başladım. Yol boyunca akan irili ufaklı onlarca dere, karşımdaki Karçal dağı ile beraber görsel bir şölen sunarken, düşük enstantane çekim için sayısız fırsat verdi.
Suyun yolculuğu
Efeler Köyü Karçal’dan gelen suların beslediği derenin kenarına serpiştirilmiş, daracık bir vadiye sıkışmış, eşsiz güzellikler vadeden bir köy. Daha önce motor ile, fotoğraf makinem olmadan gitmiştim. Bu sefer güzel kareler çekeceğime inanıyordum ama açıkçası yorgunluk da kendini hissettirmeye başlamıştı. Yine de Efeler’e yürüyebileceğimden emindim, oradan sonrasında duruma göre başımın çaresine bakardım nasıl olsa.
Uzaktan Efeler
Bu noktada yürüyüşümü bitiren enteresan bir tesadüf oldu. Ben Kayalar sınırlarından Efeler’e geçiş yaptığım sıralarda bu köyden biri ufak bir kaza geçirmiş, 112’yi arayıp acil ambulans istemişler. Ambulans şöförü Metin, beni arayıp durumu anlattı, hastayı sağlık ocağına getirdiğinde bakıp bakamayacağımı sordu. Ben kendisini Efeler’de bekleyeceğimi söyledim! Ambulans ben daha köy merkezine varmadan önce hastayı, yoldan da beni toplayıp sağlık ocağına döndü. Yürüyüş daha az yorularak, ama bir kez daha Efeler Köyü ıskalanarak bitmiş oldu. Şimdi yeniden  oralara geri dönmeli, eksik kalan yürüyüş bitirilmeli..

Macahel’in çalışkan insanları (ve ben)

Uzun bir dönem, neredeyse bir buçuk ay hiç yazı yazmadım bloga. Bu dönemde aslında kayda değer hiç bir şey yapmadım. Fotoğraf da çekmedim. Geçtiğimiz haftasonuna, tekrar elime fotoğraf makinamı alıp da kendimi dağlara taşlara vurunca buradaki en karanlık dönemim de bitti sanırım. Geldiğimden beri çektiklerime, elimdeki fotoğraflara bakıp buranın çalışan, çalışkan insanlarından ayrı bir yazıyla bahsetmem gerektiğini hissettim.

Adnan Dede 86 yaşında, geçen sene ilk defa diz ağrısı için gidişini saymazsa ömrünce hiç doktora gitmediğini gururla söylüyor. Beni havalar düzeldiğinde köyün yukarısında kaya mağarasının olduğu bölgeye çıkartmaya söz vermişti kışın. Acaba ben gitmeden çıkarmıyız bilmiyorum, az zaman kaldı.

İnsanlar için hayat zor burada. Kendilerine değil sadece, hayvanlarına da bakmak zorundalar. Çok uzak mesafelerden sırtlarında yemle, otla şikayet etmeden, isyan etmeden yürüyorlar. Hayat böyle..



Koca kütükler uzaklarda kesiliyor, budanıyor, elle çekiliyor kar üzerinde, yavaş yavaş.

Dağlar yol vermeyince kar ambulansına, hastaları hastaneye ulaştırmanın tek bir yolu kalıyor. Köylüler hastayı tanısınlar, tanımasınlar, 10-15 kişi hızla toplanıyor sedyeyle yola koyuluyorlar. Herkes bir gün o sedyede yatabileceğini biliyor. Kar kış altında önce sınır geçişinin yapılacağı alana iniyor, sonra ambulansın gelebileceği son nokta olan Gürcü köyüne tırmanıyorlar. Bu birbuçuk saatlik yürüyüşün ardından hastayı ambulansa teslim edip geri dönüyorlar.  Hasta Sarp’tan Türkiye’ye geri giriyor, Hopa Devlet Hastanesi’ne giriş yapılıyor. Hastanın hastaneye acil naklinin gerektiğini söylememden hastaneye varışına kadar geçen süre en iyi zamanla 6-7 saat. Evet, yıl 2011. Hayat böyle…

¨Hayde gidelum hayde hayde gidelum…. Dağa karayemişe dağa karayemişe….( Kazım Koyuncu, Hayde! ) ¨ Kendi toprağının müziğini, dolayısıyla buraların sesini, rengini, yaşamını en asil, en güzel şekilde bize getirdi Kazım Koyuncu. İşte o şarkıda geçen karayemiş alttaki ve üstteki fotoğraflarda insanların taşıdığı, yaz kış yeşil yapraklı, hayvanların kışın hayatta kalmasını sağlayan bir ağaç. Çok yukarılarda, uzaklarda bulunuyor, gidip getiriliyor. Hayat böyle..

Misafirperverlik Gürcü kültürünün önemli bir parçası. Bir evin yanından geçerseniz, ev sahibi ile yüzyüze gelirseniz, sadece bir merhaba diyerek geçip gitmeniz olası değildir. Servet abi ve eşiyle karşılaşmamızda da böyle oldu. Çaylarımızı içtik, sohbetimizi ettik, ayrıldık.

Solumda iyice nokta gibi gözüken evlerden biriydi Servet abilerin evi. Kayalar köyüne tırmanışım apayrı bir hikaye, o günün fotoğrafları da hazır gibi. Bu fotoğraf geçiş fotoğrafı olsun…