Serin bir cumartesi gecesinde bir köy okulu bahçesinde tanımadığım insanların düğünündeyim. Renkli ışıklar altında el ele verdiğim insanları takip ederek horona ayak uydurmaya çalışıyorum. Beni komik duruma düşüren ayaklarımı izlerken bir yandan da son bir haftaya ne kadar hatıra sıkıştırdığımı düşünüyorum.
Tekerleği insan boyunu geçen devasa kamyonların içinde karınca gibi gözüktüğü cehennem çukuruna bakıyorum. Acaba kazarak, patlatarak şu koca dağı bitirebilecekler mi düşünürken yanımıza bir araba gelip bizi “paketliyor”. Zaten bitmek üzere olan dağ faaliyeti de böylece sona ermiş oluyor. Maden sahasında davetsiz misafirleriz ve bizi yapılacak patlatmadan önce ofise alıyorlar. Siren sesini küçük bir yer sarsıntısı izliyor. İmzalarımızı attıktan sonra nizamiyeye, bizi bekleyen Kadir’in arabasının yanına götürüyorlar.
Setin üzerinde oturmuş yan yana kurduğumuz çadırlara, mutfağa çevirdiğimiz çoban korunağındaki hummalı çalışmaya, bizden belli ki beklentisi olduğundan yanımızdan ayrılmayan güçlü çoban köpeklerine ve tüm bunların altında tepeleri yalayarak yükselen, durmadan şekil değiştiren dumanlara, uzaktaki bulut denizine bakıyorum. Iki geceliğine kurduğumuz ev tam tamına 3 oda bir dünya, mutfak açık, üstelik özel güvenlikli. Tebessüm ediyorum.
-Buraya geleni çayımı içirmeden yemek yedirmeden bırakmadım hiç!.
Güneşten yanmış teni, renkli gözleri, keçeleşmiş kalın elleri ve sararmış bıyıkları ile tüm görüntüsünden bu coğrafyanın insanı olduğu belli olan Mehmet Amca çok kararlı. Çaremiz yok iki odalı yayla evine misafir oluyoruz. Uçurumun kenarındaki evinde soba yanıyor. Dışarıda sütten yeni kesilmiş oğlaklar açık kapıdan içeri girmeye çalışıyor. Yolunu kaybetmiş kapıyı bulamayan kelebekleri dışarı çıkartıyoruz. Emine Teyzenin hazırladığı yer sofrasında insanoğlunun içindeki iyiliğin, cömertliğin, çalışkanlığın sınırsızlığını düşünüyorum. Umutla kaplanıyorum.
Yollardan, patikalardan, bin yeşil tonda çimenlerden, taşlıklardan, kayalardan yürüyoruz. Uzaklarda bir yönde çıkamadığımız Gül Dağı, onun arkasında sadece zirvesini gösteren Marsis, diğer yönde testere dişleriyle iki sene önce en tepesinde olduğumuz Karçal zirveleri var. Çok uzaklarda Erzurum Kars platosunun silik gölgesi tüm ufku kaplıyor. Aşağımızda dumanların arasında bir görünüp bir kaybolan yeşil yaylalar uzanıyor. Yaz zamanı türlü yabaninin, bitkinin yeniden doğduğu bu yaylaların kışın hiç hayat yokken, beyazla örtülmüşken nasıl gözüktüğünü düşünüyorum. Öyle veya böyle yolları olan, her birinin bir köye ait olduğu bu yaylalar hayvancılıkla uğraşan insanların, hayvanların yegane mecburiyeti. Bu yaylaları birbirine bağlamanın mantıksızlığı bir kenara, yüzlerce binlerce yıllık yaşam örgütlülüğünün ürünü olan yayla kültürüne yapacağı kötülükler içimi ürpertiyor. İnsanoğlunun içindeki hırsın, kötülüğün, gözü dönmüşlüğün sınırsızlığını düşünüyorum. Karamsarlıkla kaplanıyorum.
Tırmanma planları bozulunca geldiğimiz Kameni Deresi’nde üç metrelik bir kayadan suya ilk atlarken içimde bir korku, yeterince derin mi acaba? Tüm gücüyle akan küçük şelale kim bilir kaç yılda altındaki suyu boy veremeyeceğim kadar derinleştirmiş, korkular ufalanıp gidiyor. Benim için bu su küçük bir tabiat harikası oluşturmak için, bazıları için ise boşa akıyor. Sonrasında hepimiz çocuklar gibiyiz. Suya defalarca atlarken, yüzerken, dolu dolu gülerken, arkadaşlarımın mutlu gözlerine bakarken THY’nin bize kaybettirdiği, dağ rotamızdan çaldığı günleri, çantalarımızın Moskova’da olmasını tamamen unutuyorum. Aksayan plandan dolayı Karagöl Yaylaevi’ni, Saniye ablayı, Burhan abiyi tekrar gördüğümüzde unuttuğum gibi. En azından o an için.
Aylardır hayalini kurduğumuz, gününün gelmesini sabırsızlıkla beklediğimiz tırmanış için havaalanındayız. Çantaları teslim ederken önümüzdeki 48 saat geri alamayacağımızı, THY ile saatler süren telefon mesaileri boyunca ne bir özür duyacağımızı, ne de karın doyurucu bir bilgi alamayacağımızı, sonuca bu toprakların en kemikleşmiş yoluyla, arkadaşlarımızı yakınlarımızı devreye sokarak ulaşmak zorunda kalacağımızı bilmiyorum. Nihayet dağ yolundayım, mutluyum.
Serin bir cumartesi gecesinde bir köy okulu bahçesinde tanımadığım insanların düğünündeyim. Renkli ışıklar altında el ele verdiğim insanları takip ederek horona ayak uydurmaya çalışıyorum. Beni komik duruma düşüren ayaklarımı izlerken bir yandan da bu son haftada bir kez daha unutulmaz hatıralar biriktirmeme yardım eden insanlara, bu coğrafyaya, doğaya minnetle doluyorum. Bir minnet ifadesi olarak aklımda kalanları yazmaya karar veriyorum. Şimdi, kendimi akordeona ve insanların coşkusuna bırakıyorum.
Klaskur, Ağustos 2015
Teşekkür
Soner “Simon” Özçelik
Sinem Baş
Engin Ader
Saniye-Burhan Albayrak
Erhan Albayrak
Şeri-Şenol “Niko” Taban
Lapera Pansiyon ailesi
“Sıkıntı yok” Kadir
Zeynep Samanlıoğlu
Eylem Ulaş
Murat Şeker
Özel teşekkür
Devasa bütçelerle reklam kampanyaları, sponsorluklar yapan, ama belli ki insana yatırım yapmayan, dünyanın en iyisi olma iddasında olup ne hatasına, ne de bagajını kaybettiği müşterisine sahip çıkan global havayolu şirketimiz.