Bir sınavın ardından

Pazartesi sabahı, her sıra dışı önemli günün sabahında olduğu gibi, gözlerim uyku tutmuyor. Güneşin doğmasına nereden baksan bir kaç saat var. Televizyonda bir ödül töreni, aklım dağılsın diye bakmaya çalışıyorum. Ankara’da bir otel odasının banyosunda, kaçınılmaz ve geçilmesi en zor dönemecin eşiğindeyim ve beni buraya getirenin ne olduğunu kendime soruyorum. Düşüncelerimi toparlamam çok zor, gözlerim elimdeki özetlere kayıyor.

Geri dönüyoruz. Melis arabayı kullanırken otoyolda birer birer geride kalan küçük köylere, bozkıra, gökyüzüne bakıyorum. Işıktan artık iyice uykusuz gözlerim yanıyor ama işte o gökyüzündeki bulutlar kadar hafiflemiş hissediyorum. Bir kaç saat önceye dönüyorum; beş değerli profesör önünde güzel, beklediğimden kolay bir sınav veriyorum. Her sene dört defa öğrencilere anlattığım bir konuda biraz tereddüt yaşasam da, geri kalan konularda rahatım. Prof Dr Atilla Arıncı doçent olduğumu tebliğ ederken hocalar gözlerimin bir parça dolduğunu farkettiler mi, hiç bilemiyorum. Belki bir gün öğrenirim. Doçentlik görünürde bir sınavla alınıyor ama esas o sınava hayatın beni nasıl getirdiğini, herşeyin nasıl başladığını düşünüyorum. Anılar, hatıralar birbirini kovalıyor.

Suadiyede 2015 yazında Melis’le bir kafede oturmuş, o acilci yazısını yetiştirmeye çalışırken ben de ilk defa bilgi sistemine başvuruya esas olacak bilgileri  girmeye başlıyorum. Dosyayı sisteme girmenin zorluğundan henüz haberim yok.

2016 yılının baharında evlilik hazırlıkları yaparken jüriler belli oluyor. Neredeyse tüm aile fertlerinin yardımıyla hazırlanan dosyaları kargoya verirken dosyalarda hata veya eksik olmasından mı, kolilerin adreslere ulaşmayacağından mı daha fazla korkuyorum, ayıramıyorum.

2005 yılında Çapa’da departman koridorlarında Kemal abinin doçentlik sınavından çıkmasını bekliyoruz. Biraz sonra cübbesini giyerek doçent olacak. Bir gün diyorum, o jürinin önünde ben olacak mıyım? Fikrim olamayacak kadar başındayım işin.

2011 yılında artık bir fikrim var. Eğitici, akademisyen olmak istediğimi biliyorum ama hayatımın en karanlık döneminden geçiyorum, tüm yollar kapalı. Mecburi hizmet bitmek üzere, üstelik kolum alçıda, iki ay sonra nerede olacağıma dair tek öngörüm yok. Telefon çalıyor. Özhan hoca ile ilk defa, telefonda konuşuyoruz. Marmara’ya uzman doktor gerektiğini, bir yardımcı doçent alacaklarını anlatıyor. İçimden gülüyorum, Özhan abi duymuyor.

Cumartesi sabahı, gözlerim bu sefer sebepsiz, uyku tutmuyor. Güneşin doğmasına nereden baksan bir iki saat var. Kış sempozyumunda ağız içi rekonstrüksiyonuyla ilgili konuşmamı ilk gün yaptım, kongrenin geri kalanının keyfini çıkarıyorum. Şişli Etfal günlerimden bu yana, Bağcılar’da, İst-El grubunda, Fransa, Tayvan ve Amerika’da, en son ve en çok da Marmara’da çok değerli hocalarla, meslektaşlarla çalıştım, öğrendim. Herkese minnettarım. Çalışmaya, öğrenmeye ve öğretmeye devam ediyorum. Asistanlarımı seviyorum. Pazartesi yapacağım ameliyatları düşünüyorum. Hayat devam ediyor. Güneş doğmaya başlıyor. Düşüncelerimi topluyorum, Melis’i uyandırmadan bilgisayarımı kucağıma alıp tuşlara dokunmaya başlıyorum.

27.02.2017. Prof.Dr.Erol Kesiktaş, Prof.Dr.Atilla Arıncı, yeni Doç.Dr.Bülent Saçak, Prof.Dr.İbrahim Vargel, Prof.Dr.Yavuz Demir, Prof.Dr.Erol Benlier