Günlerden salı. Bizet kliniğinde ameliyathanedeyim. Uykusuz ve bitkinim. Hasta mı olacağım acaba? Öğleden sonra izin almak en iyisi. Uyku beni çağırıyor.
Günlerden perşembe, iki gündür hastayım, Çarşamba işe de gitmedim ama bu sabah kendimi biraz daha iyi hissediyorum. Güzel bir ameliyat var, gitmek istiyorum. Ömer “dinlen bugün de, gitme” diyor. Gidiyorum.
Hastanedeyim. Bonjour. Neden mi soluk gözüküyorum? Ben hep öyleyim, hem hastaydım, şimdi iyileşiyorum. Ya da ben öyle sanıyorum. Ameliyata giriyoruz. Çok geçmeden alnımdan ter boşalıyor, dünya karanlık, ayakta durmak da çok zor. Excuse moi beyler, ben şurada oturmalıyım biraz.
Bir hastane odasında yalnız başıma yatıyorum. Saat kaç acaba? Her yer karanlık, ben su içindeyim. Birazdan almaya gelecekler, bir ambulans uçağa binip Türkiye’ye gideceğim. Bu bir kabus mu yoksa hayalini mi kuruyorum uyanıkken? Anlamaya çalışıyorum, olmuyor. Tekrar uykuya dalıyorum. Uyanıyorum, ateşim düşüyor artık.
Sadece beş gün sonrası. Başka bir ülkede bir otel odasındayız. Istanbul’dan klinikten arkadaşlarımlayım. Nihal, Doğuş beraber ertesi günkü sunumların son kontrollerini yapıyoruz. Yüzler gülüyor. Hastalığın bakiyesi ufak bir öksürük, o da kaybolmak üzere. Oysa birkaç gün önce kongreye gidebileceğime değil en az bir hafta evden çıkabileceğime inanmıyordum.
Sunum günü. Herşey yolunda. Türkiye’den büyük katılım var, hep tanıdık simalar çevrede. Benimki öğle arasından sonraki ilk oturumun ilk konuşması. Öğlen yemek için dışarıdayız. Bilmiyoruz paella denen yemeğin pişirilip servis edilmesinin bir asır sürdüğünü. Zaman geçiyor ve belli ki karın tokken yapılamayacak bu sunum. Doğuş yemekleri paket yaptırıp arkadan getirecek, ben hızla önden çıkıyorum. Barselona’nın ilk sürprizi bu bana. Yukarıdan kovalarla su dökülürmüş gibi yağmur yağıyor.
Beklemeli miyim sığındığım saçak altında? Artık benim sırama dakikalar var ve cevabı biliyorum. Koş Bülent. İki Perşembe üstüste sırılsıklam oluyorum böylece, biri Paris’te bir hastane odasında hastalıktan, diğeri Barselona’da sokak ortasında yağmurdan. Sunum iyi geçiyor ama. Sonra güneş açıyor bir taraftan. Doğuş’la kendimizi sokaklara atıyoruz, hava açık, yemekler lezzetli, şehir güzel, üstelik Paris’ten gidince basbayağı da ucuz.
Pazar sabahı. İstanbul kafilesini yolcu ediyorum. İşte ikinci sürpriz de karşımda. İnstagram sayesinde öğreniyorum ki Barselona’da hala yalnız değilim. Trene çok var daha, neden görüşmeyelim? Bu sefer Barcelonata’nın dar ve büyülü sokaklarından geçip plajda arkadaşım Esra ve yeni arkadaşım Ayşe ile buluşuyorum. Hayat tesadüfleri severdi değil mi? Neşeliyiz ama çokça da şaşkınız. Güneş, sohbet, kahkaha, sangria ve sonra “eve” dönüş.
Günlerden salı. Bu satırları ameliyat arasında Bizet kliniğinde yazmaya başladım. 14 gün önce ile tam tamına aynı saatte aynı yerdeyim. Ne değişti? Dışarıdan bakarsanız sadece alnımda bir parça güneş yanığı var , o da geçer bir iki güne. Ama hayat ufak oyunlar oynamaya devam ediyor. Yazabildiklerim bunlar, bir de yazmayıp kendime sakladıklarım var. Ne kadarını kontrol ettiğimi bilemediğim güzel bir hayatı yaşıyorum ve bazen sadece hayret ediyorum.